Türk milleti olarak, bizlere sunulan bilgileri sorgulamadan kabul etme yönümüz vardır. Özellikle milletimizin yumuşak karnı olarak bilinen “inanç” konusunda atıp tutulanların bilimselliğini, gerçeğe uygunluğunu ve işe yararlığını mantık süzgecimizden geçirmeden benimseyiveririz. Bu nedenle bazı yanlış bilgiler, toplumumuzun usunda (aklında) yanlış olarak yer edinmiştir. Dahası bu yanlış bilgiler, onu sorgulamadan olduğu gibi kabul eden insanlar tarafından çok sıkı taraftar bulmaktadır. Çünkü efsane ve mitoloji gibi gizemli konularda söz taşımayı çok seven ulusumuz, kulaktan dolma bilgileri de çevresindeki insanlara “yemin billah çekerek” anlatmayı çok iyi becerir. Hâl böyle olunca, bazen kargaların bile güleceği bazı misaller tartışması bile “günah” kabul edilebilecek konulara dönüşür.
Tanrı adının, özünde Allah sözcüğü gibi tüm evrenin Ulu Yaratıcısına verilen bir ad olduğu, ancak bu konuyu derinlemesine araştıranlar tarafından bilinmektedir. Bunun dışında kalan insanlar, “Tanrı” sözcüğünü duydukları anda “Kafir misin sen? Biz müslümanız ve Allah’a inanıyoruz. Tanrı’ya falan inanmayız biz.” diyerek ne kadar büyük bir gaflete düştüklerinin farkında değildirler. Çünkü bunlar, dogmatik temellerde öğrendikleri bilgilerin yanlış olduklarına ihtimal vermez, bu bilgilerin yanlışlığını savunan insanlara da tahammül edemezler. Hâlbuki usumuzu karıştıran bu sorunu algılamak, oldukça basittir: Dünya milletlerinin büyük çoğunluğu tek Yaratıcının varlığına inanıyor ve onu “farklı sözcüklerle” ifade ediyor…
Kavramlar Nasıl Farklı Adlandırılır?“İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” (TDK Sevgi - TDK) olarak tanımlanan kavramın Türkçedeki karşılığı “sevgi“dir. Sevgi adı, Farsçada “aşk“; Fransızcada “l’amour“, İngilizcede “love“; Rusçada “любовь“, Arapçada “الحب” ; Almancada “liebe“; Portekizcede “amor” ve Macarcada “szerelem” olarak adlandırılmaktadır. Pek doğal olarak her ulus, “sevgi, aşk” kavramlarını kendi dillerindeki sözcükleri kullanarak karşılayacaktır. Sonuçta farklı dillerde de olsa kastedilen kavram, yani gösterilen şey aynı olduğundan bu sıralanan tüm adlar birbirine denk sayılmalıdır. Her ulus dünyayı algılayışına ve öz dil becerisine göre evrendeki kavramları kendince adlandırmaya çalışmıştır. Bunun için Macarlar’a “Neden sevgi yerine szerelem diyorsunuz?” demek ne kadar saçmadır, değil mi?
Yaratıcı kavramı da yeryüzündeki dillerin çoğunda farklı adlandırılmıştır. Çünkü dinler, insanlığın tarihi kadar eskidir. Dahası insanlar varoluşlarından beri bir yüce güce inanma çabası içinde olduklarından, “dağ, taş, el, ayak” gibi temel sözcüklerin yanında Yaratıcı’ya ait adları da koymuşlardır. Bunun için diller, ulusların inançlarına ait özellikleri yansıtmaktadır. Yaratan güç, İngilizcede “God“; Farsçada “Hûdâ“; İspanyolcada “Dios“; Almancada “Gott“; Fransızcada “Dieu“; Arnavutçada “Zot“; Çincede “神“; İbranicede “אלוהים“; Arapçada “Allah” ve Türkçede “Tanrı” olarak adlandırılmıştır. Bu sözcüklerin binlerce yıllık tarihleri bulunmaktadır. Bunun için her milletin kendi sözcüğü kendine göre kutsal ve değerlidir.
Türklerde Tanrı Kavramı Nasıl Gelişti?Türkler, toplu olarak İslam’ı benimsemeden önce Gök Tanrı Dini‘ne inanıyorlardı. Bu dinde de tek Yaratıcı bulunuyordu ve Türk Ulusu bu Yaratıcıyı “Kök Tengri” olarak adlandırmıştı. İlk olarak Orhun Yazıtları‘nda görebildiğimiz “Tengri” sözcüğü, Türkler‘in Maniheizm’i ve Budizm’i kabul etmeleriyle birlikte değişmemiş ve aynen kullanılmıştır. İslamiyet’in 10. yüzyılda Türkler arasında yayılmaya başlamasını takip eden birkaç yüzyıl boyunca Türkler Yaratıcı’ya “Tanrı” adıyla seslenmişlerdir. İlk müslüman Türkler’in 14. yüzyıla kadar yazdıkları birçok eserde “Tanrı, Mevla, Hûdâ, İlah, Çalap, Allah, Rab” gibi Yaratıcı adları kullanılmaktadır. Bu adlardan “Mevla ve Hûdâ” Farsça kökenli, “İlah, Allah ve Rab” Arapça kökenli, “Tanrı ve Çalap” ise Türkçe kökenlidir. Bu adların hepsi, Yaratıcı’yı karşıladıkları için, Osmanlı‘nın kuruluş döneminde bile bu adların tümünün kullanılmasında sakınca görülmemiştir.
Osmanlı döneminde kullanılan dil, Türkçeyi resmen dışlamıştır. İki üç sayfalık Osmanlıca metinlerde, yalnızca 5-10 tane Türkçe sözcüğün geçtiği bir dönemi yaşayan Türkler, İslam’ın etkisiyle Arapçanın ve Farsçanın üstünlüğüne inanmaya başlamışlardır. Bu nedenle binlerce Türkçe sözcük gibi, “Tanrı ve Çalap” sözcükleri de unutulmaya başlanmıştır. Bu sözcüklerin kullanılmasının caiz olmadığı, İslam’ın yalnızca Arapça yaşanabileceği düşüncesi ile yobazlaşan Türkler, öz dillerindeki nice güzel sözcükleri unutmuşlardır. 14. yüzyıldan 20. yüzyıla gelinceye dek, Osmanlı’nın Türk ve Türkçe karşıtlığı yüzünden “Tanrı” sözcüğü kullanılmaz olmuş, hatta bu sözcüğün Türkler’e ait olmadığı söylenir hâle gelmiştir.
Nihayet Atatürk‘ün dil devrimiyle birlikte unutulan sözcüklerimizin bir kısmı, yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Fakat bu kez sorun, yabancı ulusların konuşmalarının Türkçeye aktarılmasında “Tanrı” sözcüğünün kullanılmasıyla birlikte insanların Tanrı’yı yabancıların Allah’ı olarak algılamaya başlamasıdır. Özellikle yabancı dizi ve filmlerin çevirisinde “God” yerine hep “Tanrı” adının kullanılması, bu adın yabancılara mâl edilmesine neden olmuştur. 21. yüzyıldaki anlayış, bu şekilde gelişmiştir. Tanrı adının “gevur icadı, ecnebilerin kelimesi” olarak adlandırılması, işte bu dizi ve filmler yüzündendir.
Allah ve Tanrı Adları Nereden Gelmektedir?Allah sözcüğü, Muhammed‘den önce Arapların “putperest” inancına ait bir sözcüktür. Araplar arasındaki Hanif dininde, putlara tapılıyor ve bu putlardan en büyüğüne “el-ilah” deniliyordu. “İlah” sözcüğü ise Sümer dinine ait olduğu düşünülen Tanrı adıdır ve Araplar tarafından -daha sonradan Muhammed tarafından yıkılacak- bir puta verilmiştir. Allah adının “el-ilah” sözcüğünden geldiği konusunda tüm ilahiyatçılar hemfikir olduklarından, İslamiyet’le birlikte Tanrı anlamında kullanılan “Allah” sözcüğünün aslı bir puttur.
Tanrı adının aslı olan “Tengri” sözcüğünün kökenine dair ise birkaç farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birine göre Tengri adı Eski Türkçedeki “teng” (denk) sözcüğünden türemiştir ve bu sözcük Divan-u Lügat’it Türk‘te “teñ” olarak geçmektedir. Bu görüşte, Tanrı’nın doğadaki uyumu (dengeyi) ve evren düzenini sağlayıcı yönünün vurgulandığına dikkat çekilmek istenmiştir. İkinci görüşe göre Tengri adı, Orhun Yazıtları‘nda da geçtiği üzere “teñri” (mavi, gök, ulu) sözcüğünün anlam aktarmasıyla oluşmuştur. Göktanrı inancının etkisi ile ulu göklerdeki maviliklerin Yaratıcı’yla özdeşleştirilmesi de olası bir durumdur. Bunun yanında Tengri adının “tan+yeri” ve “ten+gri” sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşabileceği hakkında da görüşler bulunmaktadır.
Tanrı Adını Kullanmak Günah mıdır?Daha önce yazmış olduğum “Kutsal Dil Var mıdır?” Kutsal Dil Var mıdır? başlıklı yazıda belirttiğim üzere, insanlar hangi dine inanırlarsa inansınlar, inançlarını kendi dilleriyle yaşamaları doğrudur. Bunu başaran nice ulus vardır. Hıristiyanlığı Türkçe yaşayabilen Gagavuzlar ve Hint kökenli Budizm‘i kendi dillerinde yaşayan Çinliler buna örnektir. Türkler için Allah ve Tanrı adlarının bir farkı olmamalıdır; çünkü bu iki ad da Yaradan’ı karşılamaktadır. Hatta bu iki addan birini tercih edecek olsak bile, Tanrı adı tercih edilmelidir. Çünkü bu ad, bundan binlerce yıl önce atalarımız tarafından yaratılmıştır. Yalnızca bize aittir.
Çalap sözcüğüne, nispet i’sinin eklenmesiyle oluşan Çelebi adını kullanan Evliya Çelebi 1600′lü yıllarda yaşamıştır. Yunus Emre “Suyun akar yalap yalap, / Böyle emreylemiş çalap.” sözlerini 1300′lü yıllarda söylemiştir. Kim İslam’ı Yunus Emre’den daha iyi yaşadığını söyleyebilir? O hâlde Yunus Emre gibi yüce bir zâtın bile sakınca görmediği “çalap” (Tanrı) sözcüğünü kullanmanın günah olduğunu düşünmek akla sığar mı? Dahası Türkiye Türkleri gibi müslüman olan Azerbaycan Türkleri bugün Allah sözcüğü yerine “Tanrı” adını kullanmaktadırlar. Bu insanlar mı kâfir, yoksa biz mi bilinçsiziz?
Tanrı adının kullanılmasının “günah” olduğunu söyleyen bazı cahil insanlar, “Allah’ın 99 adında Tanrı yoktur. Bunun için onu kullanmak günahtır.” derler. Kargaların bile güleceği bu savunmayı çürütmek çok kolaydır. Nitekim “mevla ve hûdâ” sözcükleri de Allah’ın 99 adında bulunmadığı hâlde bunların kullanılmasında bir sakınca görülmemektedir. O zaman bu anlayışta bir bozukluk veya kasıt vardır. Türkçe kökenli olanı kullanınca günah oluyor da, Farsça kökenliyi kullanınca neden günah olmuyor?
İkinci bir savunma ise, “Allah tektir, Tanrı çoktur.” anlayışı ile Tanrı adının karalanmasıdır. Bu da düpedüz yalandır ve araştırmaktan aciz insanların sayıklamalarıdır. Binlerce yıllık Türk tarihinde ortaya konulan metinlerin hepsinde “Tengri” sözcüğü hiç çoğul olarak kullanılmamıştır. Kaldı ki Türkler Şamanist dönemlerden beri hep “tek Tanrılı” inanca sahiptirler.
Üçüncü uydurma ise, Tanrı sözcüğüne getirilen “+Ça” eki ile “Tanrıça” sözcüğünün oluşturulmasıdır. Bu sözcük, bir cinsiyet bildirdiğinden insanlar “Allah’ın cinsiyeti yoktur; fakat Tanrıça denildiğinde Tanrı’nın dişisi de olduğu anlaşılmaktadır.” diye bir düşünce öne atmaktadırlar. Bu tez de gerçeğe aykırıdır; çünkü Türkçede gramerce cinsiyet yoktur. Erlik – dişilik takısı olmayan Türkçede, bu yolla cinsiyet belirtmek düşünülemez. Bu mantık, “Çar / Çariçe, Kral / Kraliçe” gibi örneklerde görülen yabancı mantığın Türkçeye uyarlanmasıyla oluşturulmuştur ve dil bilgisel açıdan yanlıştır.
Sonuç: “Türk, Tanrı demelidir.”İslam’ın yalnızca Arapça yaşayabileceği kuruntusu, artık Orta Çağ zihniyetinde kalmalıdır. Türk’ün İslam anlayışı, nasıl ki sömürülmeyi adet edinmiş bedevî anlayışından farklı ise, bu inancı yaşayışımız da kendimize özgü olmalıdır. İnsanlar Yaratıcı’ya istedikleri gibi hitap edebilmelidirler. Kutuplarda yaşayan bir Eskimo, müslüman olmayı istediği zaman “Arapçayı öğrenme” şartıyla karşı karşıya kalmamalıdır. Çünkü Arapçanın hiçbir özelliği ve üstünlüğü yoktur. Önemli olan Tanrı’nın (Allah’ın) insanlara vermek istediği buyrukları hakkıyla benimseyebilmektir. Bunun için her ulus dinini kendi diliyle yaşamalıdır. Aksi takdirde bu Arap emperyalizmi olarak ulusları Araplaştıracaktır.
Tanrı’nın “Ve kalplerinizdekini ister gizleyin, ister meydana çıkarınız Allâh onu bilir.” (K.K. – Âl-i İmrân, 29) buyruğundan anlaşıldığı üzere, bir kişinin Yaratıcı’ya “Tanrı” veya “Allah” demesindeki kastı önemlidir. Eğer niyetimiz temizse ve yalnızca tek olan Yaratıcı’ya sesleniyorsak, Tanrı içimizdeki niyetin aslını bilerek seslenişimizin karşılığını ona göre verir ve burada hiçbir sözcüğün birbirine üstünlüğünden bahsetmemiz mümkün olamaz. Çünkü sonu Tanrı’ya çıkan her yol kutludur, eşdeğerdir. İslam peygamberi Muhammed’in “Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız.” ve “Ameller niyetlere göredir.” sözlerinden de yine aynı sonuca varılmaktadır. Önemli olan yüce Tanrı’nın varlığına, birliğine ve onun evrenin tek hâkimi olduğuna inanmak, iman etmektir.
Türkiye’de Türk düşmanlığı yapan bazı çevreler, bu düşmanlıklarını din üzerinden gütmektedirler. Doğrudan Türklüğe hakaret etmekten çekinenler, dolaylı olarak Türk Ulusu üzerinde “aşağılık” psikolojisi yaratmaya çalışmaktadırlar. Bunun için Türkleri, gerçek müslüman (!) olmak için tıpkı hizbullahçılar gibi tam bir Arap modeli içine girmeleri konusunda zırvalıklara inandırmaya çalışmaktadırlar. Gökten vahiy gelmiş gibi, insanlara Arapçanın ve Arap gibi yaşamanın üstün olduğunu söyleyip duran bu düşmanlar, Tanrı adını kullanmak gibi İslam’ı Türkçe yaşamanın her adımına da ateşli biçimde karşıtlık gösterirler. Çünkü onlara göre Türkler, kendi öz değerlerini yitirmedikleri sürece yok olamazlar.
Allah’ın 99 adından olmayan Farsça kökenli “hûda“, “mevlâ” ve “yezdan” sözcükleri, Farslar’ın (İranlıların) binlerce yıl önceki “zerdüştlük” (ateşperestlik) inancına ait sözcükler olduğu hâlde, Türk düşmanları bu sözcükleri kullanmakta hiçbir sakınca görmüyorken, Türkçe kökenli “Tanrı” ve “Çalap” sözcüklerine asla tahammül edemiyorlarsa bunun adı düpedüz TÜRK düşmanlığıdır!
Ulu Önder Atatürk‘ün “Bizim dinimiz, milletimize uyuşuk ve aşağılanmış olmayı tavsiye etmez.” sözüne uyarak Türk’ün yapması gereken, üzerindeki ölü toprağını atarak düşünmesi, sorgulaması ve kendisine dayatılan bilgileri eleştirmesidir. O anda Türk, usunu uyuşturan hainler yüzünden öz diline düşman bir kişi olduğunu anlayacaktır.
Erkli, görklü, bengü Tanrı Türk’ü korusun!
Orkun KUTLU
0 yorum:
Yorum Gönder