rss
twitter
    Ne mutlu Türküm diyene!

Türk Milliyetçiliğinin Gidişi ve Temel Sorunu

Haber Akademi'de yayınlanan Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun'un "Türk Milliyetçiliğinin Gidişi ve Temel Sorunu" başlıklı yazısı buradaki kaynaktan alınmıştır.


Türk Milliyetçiliğinin Gidişi ve Temel Sorunu
Prof. Dr. Ahmet B.  ERCİLASUN


Türk milliyetçiliğinin kökeni Hunlar dönemine kadar gider. Kesintili bir şekilde tarih boyunca devam eder. Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler, Osman Turan’ın “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” kitabını okumalıdırlar.

Modern Türk milliyetçiliği 19. yüzyılda başlar ve kesintisiz olarak bugüne kadar gelir. Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa ve Necip Asım gibi isimlerle bir bilim ve kültür hareketi olarak başlayan Türkçülük, Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesiyle siyasi bir program olarak da ileri sürülür. Meşrutiyet yıllarında Ziya Gökalp, Türkçülüğün programını yazar.

Meşrutiyet ve Cumhuriyet yıllarında daha çok bir kültür hareketi olarak varlığını sürdüren Türkçülük, CHP’nin altı okuna da “milliyetçilik” adıyla girer ve Cumhuriyet’in temel ideolojisi olur. Atatürk döneminde, özellikle edebiyat ve tarih derslerinin müfredatları bu ideolojiye göre hazırlanır ve liseyi bitiren gençlerin, kendilerini milliyetçi olarak nitelemeseler bile, hiç olmazsa kendilerini Türk hissetmeleri sağlanır. İnönü döneminde değiştirilen müfredatlar, Türk eğitiminin millî yapısını zedeler.

Tek parti döneminde Türkçülerin bir kısmı yönetimin yanındadır. Söz gelişi Türkçülüğün en önemli isimlerinden Yusuf Akçura, 1935 yılındaki ölümüne dek Türk Tarih Kurumu başkanıdır ve Türk tarihinin ana hatlarını hazırlayan heyetin başında o vardır.

Türkçülerin bir kısmı ise devletçe yürütülen milliyetçiliği yeterli bulmaz ve sivil bir muhalefet oluşturur. 1931’deki Atsız mecmua ve 1934 ile 1944’teki Orhun dergileriyle Türkçü muhalefetin başını Nihal Atsız çeker.

Çok partili dönemin başladığı 1940’ların ikinci yarısında hemen hemen bütün muhalifler Demokrat Parti’yi tutar. Muhalif Türkçüler de, dinci mukaddesatçılar da, komünistler de. Ancak hem Türkçüler, hem komünistler, Demokrat Parti’nin daha ilk yıllarında, İnönü döneminde olduğu gibi, yönetim tarafından takibata uğratılır.

Türk milliyetçilerinin bir kısmı 1950’lerin başlarında Remzi Oğuz Arık başkanlığında Türkiye Köylü Partisi’ni kurar. Remzi Oğuz’un trajik ölümünden sonra bu parti Tahsin Demiray başkanlığında devam etmiş, daha sonra Osman Bölükbaşı’nın kurduğu Millet Partisi’yle birleşerek CKMP adını almıştır.

Demokrat Parti’nin bir kültür politikası olmadığı ve hatta o dönemde ders müfredatları millî kültürden daha da uzaklaştırıldığı için yetişen nesiller milliyetçilikten, hatta millîlikten büsbütün uzak kalmıştır.

Milliyetçiler 1940’ların ikinci yarısından itibaren muhafazakârlarla dirsek teması hâlinde sivil bir muhalefet oluşturmuş; 1965’te Alparslan Türkeş’in CKMP’nin başına geçmesi ve 1969’da partinin MHP adını almasıyla güçlü bir siyasi hareket meydana getirmiştir.

Sovyet emperyalizminin Türkiye için ciddi bir tehlike oluşturması, komünistlerin büyük bir kısmının da Sovyet ideolojisi yönünde faaliyetlerini artırmaları, hatta 1970’lerde silahlı çeteler oluşturup ülkede büyük bir terör ortamı yaratmalarına karşı milliyetçi ve ülkücüler çetin bir mücadeleye girişmiş ve Türkiye’nin Afganistan olmasına izin vermemişlerdir.

1940’ların ikinci yarısında başlayan milliyetçi-mukaddesatçı iş birliği gittikçe dozunu artırmış ve kendilerini milliyetçi olarak adlandıran pek çok kimse 1980’lere doğru, dini temel referans alan insanlar hâline gelmiştir. 12 Eylül darbesinin şoke edici tesirine de maruz kalan bu insanlar zamanla AKP zihniyetine daha yakın hâle gelmişler ve hatta AKP tabanının da önemli bir kesimini oluşturmuşlardır.

Ana çizgileriyle vermeye çalıştığım bu tarihî süreç içinde asıl sorun olarak vurgulanması gereken husus, özellikle 1970’lerin ikinci yarısından itibaren milliyetçiliğin bir kültür meselesi olduğunun unutulmasıdır. Bunun sonucu olarak kendilerini milliyetçi diye adlandıranların bir kısmı, son derece basit, seviyesiz ve ilkel tarikat ve cemaatlere rahatça dâhil olabilmişlerdir.

Kendilerini hâlâ milliyetçi ve ülkücü olarak adlandıran bir kısım insan ise “içi boşalmış” bir “grup mensubiyeti”ni her şeyin üstüne çıkarmış ve bu mensubiyeti bir çıkar ilişkisine dönüştürmüştür. Milliyetçiliğin her şeyden önce bir kültür meselesi olduğu idrak edildiği zaman Türk milliyetçileri ülke kaderinde rol oynayabileceklerdir.

0 yorum: